Erzurum'un yetiştirdiği bestekar ve saz sanatçılarından birisidir. Erzurum ismini taş plaklara kadar taşımıştır. 8 yaşlarında, kendisinde gelişen müzik zevkini tef ve davul çalarak ilerletmeye başlamıştır. İlk önce Erzurum çalgısı olarak bilinen"mey"ile çalmağa başlamıştır. Zaman geçtikçe, plaklardan duyduğu şarkılarla birlikte çalınan keman ve uda merak salmış, edindiği keman ile kendi kendine çalışıp ilerletmiştir.
Gittikçe müziğe karşı ilgisi artan Haydar Telhüner, o zamanki Erzurum lisesi müdürü Murat Uraz'ın yardımıyla, okulda müzik derslerine devam etmiş, bu sayede notasını ilerletmiştir. Bir zaman Erzurum öğretmen okulu'na devam etmiş, ancak musikiye olan ilgisi yüzünden, okulu terk etmiş, müzik sahasında ilerlemiştir. ilk eserini 1930 yılında yaptığı beste ile vermiştir. Soldukça günün matemi altında çiçekler.
“hüsnüne güvenme ey ruy-i mahım” ,
“vurma avcı vurma kalbim yaralı”,
“sen seher yelisin esersin serin”,
“eşini kaybetmiş bir garip kuşum”,
“şafak söktü yine sunam uyanmaz” ve
“palandöken dağlarının yaylası”,
sanatçının eserlerinden sadece birkaçıdır.
"Uyan sunam uyan" günümüzde bilinen eserlerinden biridir.
şafak söktü yine sunam uyanmaz
hasret çeken gönül derde dayanmaz çağırırım sunam sesim duyamaz uyan sunam uyan derin uykudan
bunca diyar gezdim gözlerin için niye küstün bana el sözü için dilerim senin de sızlasın için uyan sunam uyan derin uykudan
çektiğim gurbet elinden usandım gurbet elinden hiç kimse bilmez dilimde uyan sunam uyan, derin uykudan
Mekke Allah'ın evi değildir.Allah kişi değildir ki evi olsun. O ev Hz. İbrahim'in Hacer ile ondan doğan İsmail için yaptığı evdir. Hiçbir kutsallığı yoktur. Peki! Hacer kimdir? (Kuranda ismi geçen Mısırlı kadındır. Çocuğu olmayan Sare tarafından İbrahim'e sunulduğunda henüz genç yaştaydı; İsmail'i doğurdu. İslam kaynaklarına göre, Mısır firavunlarından Senan bin Ulvan'ın İbrahim'in karısı Sare'ye hediye ettiği bir köledir. İbrahim, çocuğu olmayan Sare'nin izniyle Hacer'le evlenir. Peki! İbrahim kimdir? Urfalı bir Aramidir. Hz. Muhammed'den 2500 yıl önce yaşamış Yahudilerin atası, İsrail'in kök kurucusudur. O dönemde İslamiyet yok ki Müslüman olsun. Put perestti. Peki! Herkesin ona tapmasını istediği putunun adı neydi? Ellah(Allah). Peki! Erkeklerde sünneti çıkaran kimdi? İbrahim. Peki! Sünnet olmayan kişi kimdi? İbrahim? (Abraham) Peki! Sünnet ne anlama gelir? Ben de İbrahim'in putuna inanıyorum demektir. Peki! Biz kimiz? Türk. (Neden ...
Reisicumhur Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Atatürk Atatürk ve Zsa Zsa Gabor Selanik Askeri Rüştiyesi'nde dosyasına düşülen not ile: ''Çok zeki, fakat asabi ve fazla samimi olunması imkansız bir genç." (1283) Atatürk'ün, gece yarısından sonra Ankara'nın Tahtakale bölgesinde çıkan yangın yerine gelişi ve alınan önlemleri denetlemesi, yanında bulunan kişi Kılıç Ali, 18 Temmuz 1929. 1936, İstanbul. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Florya'da. 1928, Ankara Mustafa Kemal Atatürk'ün, Marmara köşkü’nün balkonunda çekilmiş fotoğrafı. (1929) Atatürk'ün çoğu kişisel ve özel koleksiyonlarda az yayımlanmış fotografları. Mustafa Kemal Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sırasında çekilmiş bir fotoğrafı. 1914, Sofya. Osmanlı ateşesi Yarbay Mustafa Kemal Hikayelerden haberdar olmak için e-mail adresinizi girin. Delivered by FeedBurner
Aslında bizim çoğunlukla ve hatalı olarak Batı medeniyetlerine atfettiğimiz ve bir türlü anlam veremediğimiz haftayı Pazar ile başlatmak , Ortadoğu’da da (en azından bir zamanlar) oldukça yaygınmış! Haftanın günlerinin neredeyse tamamı Farsçadan birebir alınmış. Pazar ba : yemek, zar : yer. Yemek yeri. (Yeri gelmişken, lalezar: lale bahçesi, gülizar: gül bahçesi demek!) Pazartesi Pazar’ın ertesi. (Ertesi ise tamamen Türkçe kökenli) Salı İbranicede üçüncü anlamına geliyor. Ayrıca Arapçada da “selase” üç, üçüncü anlamında kullanılıyor. Çarşamba Çar’ı şimdiye dek defalarca yazdım, bunu kendiniz çıkardınız diye umuyorum. Ama “şenbe” Farsçada gün demek, ki bu birçok şeyi açıklıyor. Çar + şenbe= Çarşamba, dördüncü gün! Perşembe Yine Farsça kökenli, penç + şenbe = penç Beş. şenbe gün, Perşembe; beşinci gün demek. Cuma Toplanmak, birleşmek, bir araya gelmek anlamlarına gelen bu kelime, ibadet amaçlı toplanmayı anlatıyor. Bir küçük ipucu da buraya gelsin; c ve m seslerind...
Şarap şişeleri genellikle 750 ml (75 cl) ölçüsünde üretilmektedir. Bu özellik nereden gelmektedir? Bu şişe kapasitesi; 19. yüzyılda standart hale gelmiştir ve bu konuyla ilgili en çılgın açıklamalar şunlardır: - Bir camcının akciğer kapasitesi, - Bir öğünde ortalama tüketim ölçüsü, - Şarabı saklamak için en iyi kapasite, - Ulaşım kolaylığı... Oysa şişenin bu kapasitede yapılma sebebi hiçbiri değildir. Aslında bu sadece tarihi temellere sahip pratik bir organizasyon: O zamanlar Fransız şarap üreticilerinin en önemli müşterileri İngilizlerdi. Ama asla Fransızlarla aynı ölçü sistemini benimsemediler. İngilizlerin hacim birimi 4.54609 litreye eşdeğer olan "imparatorluk galonu" idi. Dönüşüm hesaplarını basitleştirmek için Fransızlar; Bordeaux şarabını 225 litrelik fıçılar halinde taşıdılar, yani tam olarak 50 galon, 300 adet 750 ml ölçüsündeki şişeye karşılık. (75 santilitre). Hesaplamak daha kolay hale geldi. Bir fıçı = 50 galon = 300 şişeye denk geldi. Böylece bir galon 6 şişeye...
Küçük bir kızın hikayesi Babası Ahmet Naci Bey, II. Abdülhamit Dönemi Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey’in oğludur, varlıklı bir aileye mensuptur. Ahmet Naci Bey’i eğitim için İskoçya’nın Glasgow şehrine gönderir ailesi. Eğitimini tamamlayıp ülkesine dönmeye hazırlanırken Londra’da katıldığı bir davette Olga Cynthia ile tanışır, birbirlerine kısa sürede aşık olurlar. Olga Cynthia’nın ailesinin gezginci bir tiyatro kumpanyası vardır. Olga’nın babası genç yaşta ölünce, annesi beraber olduğu erkekle Avustralya’ya kaçar, kızını annesine bırakır. Anneannesi de Olga’yı 16 yaşında evlendirir, ama kocası I. Dünya Savaşı’nda askere alınır ve bir daha geri dönmez. Olga, Ahmet Naci Bey’in evlenme teklifini kabul eder, ancak yalnız değildir, bir de oğlu Jack vardır. İstanbul’a dul, çocuklu bir İngiliz gelinle dönen Ahmet Naci Bey’i ailesi hoş karşılamaz. Olga her şeye göğüs gerer, hatta sevdiği adam uğruna kara çarşafa bile girer. Müslüman olur ve Nadide ismini alır. Nüfus cüzdan...
Ara ara bazı kelimelerin öz türkçelerini merak ederek baktığım Dîvânu Lugâti't-Türk, Orta Türkçe döneminde Kâşgarlı Mahmud tarafından Bağdat'ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup Batı Asya yazı Türkçesiyle ilgili var olan en kapsamlı ve önemli dil yapıtıdır. Aşağıda bu kitaptan gözüme takılan bazı kelimelerin gümüzdeki anlamları ile birlikte bulabileceksiniz. Us = akıl demek , akılı çocuklara Uslu denir Ök anne demektir. Ökesi olmayana da öksüz denir. Kutun = günümüzde kadın, hatun olarak evrilmiştir Kuymak fili dökmek demektir, bu yüzden altın dökene kuyumcu denir Öz türkçede sineğe cibin denir, o yüzden de kulandığımız sinekliklere cibindirik denir “ Yen ” Gömleğin kolunun diirsekten bileğe kadar olan kısmına denir, Kol kırılır yenin içinde kalır.. Eski türk inancına göre zamanı atlar sürerdi, at ile alınan mesafeyi anlatmak için “at sürümü 1 gün sürer ” denirdi , O yüzden...
Kimliğini saklamak zorunda kalan Ermeni sanatçılarımızdandı. O yüzden onu Adile olarak bildik. Adela rengarenk bir kelebek türüne verilen isimdir. Adı değişse de o renkli kelebek hayatımızı renklendirmekten hiç vazgeçmedi. Yokluk çekti, zor günler geçirdi, evladını kaybetti ama hep bize renk ve neşe kattı. Ondandır ki 80-90 kuşağında çocuk olmuş her çocuk onda anne şefkati hissetti. Adile Naşit son filminin son sahnesinde bugüne bir gönderme yapacaktı. O gün bile bizi düşünmüştü. Filmde hasta yatağında ölmekte olan birini canlandırıyordu. Son filminde son repliğini verirken kadraja dönmüş ve şunları söylemişti; "Dolu dolu yaşanmış güzel bir ömürde benimle beraber oldunuz. Bir tek isteğim var beni hatırladığınız zaman içiniz hüzün değil, sevgi ve neşe dolsun." Aramızdan ayrılışının 36. yılında Adile Naşit'i son isteği olan hüzün değil sevgi ve neşe ile anıyoruz Hikayelerden haberdar olmak için e-mail adresinizi girin. Delivered by FeedBurner ...
Sinema sanatçısı Hüseyin Baradan, eşi Hayriye Baradan ile Yunan Adaları'na gemiyle çıktığı gezide büyük bir acı yaşadı... Gemi Girit'e yaklaşırken eşini kaybetti , yapayalnızdı... İşte o an kendi deyimiyle karşısında bir " melek " buldu... " Melek " , Girit'te bir seyahat acentasının sahibi Manolis Gavrilakis'ti... Gavrilakis, İlk kez gördüğü bu Türk'ün acısına ortak oldu , sıkıntılarını paylaştı... " Annem " dediği Hayriye Baradan'ın cenazesinin İzmir'e çok kısa bir süre içinde gelmesini sağladı... " Kurban Bayramı'nda , 45 yıllık eşim Hayriye Baradan'la uzun süredir görmeyi düşlediğimiz Yunan Adaları'na gideceğimiz için çok mutluyduk " diye söze başladı Hüseyin Baradan... Günlerdir sadece çok yakınlarının bildiği bir sırrı açıklamadan önce derin bir soluk aldı , " o acı günlere dönmek canımı acıtıyor ama artık yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum " dedi ve başladı anlatmaya... " Kurban Bayra...
Yegâne : Farsçadaki “yek” kökünden geliyor. “Bir” ve “tek” anlamına gelen yek kelimesinden, yegâne, biricik kelimesi türetiliyor S ehpa : Arapçada "Se" den gelir üç demek (Yek, Dü, Se) Üç ayaklı Çardak : Arapçada "Çar" dan gelir dört demektir. Dört ayaklı Resim : Arapça rsm kökünden gelen rasm رسم " 1. iz, ayak izi, işaret, simge, damga, mühür, 2. suret, 3. resmi tören, ayin" sözcüğünden alıntıdır. Çerçeve : Farsça çārçūbe چار چوبه çar-çevre "dört çubuk, dörtgen, " sözcüğünden alıntıdır Cambaz : Farsça kökenli, can + baz bileşmesinden oluşmakta. Canı ile oynayan anlamına geliyor. Tıpkı “düzenbaz” ın düzen ile oynayan, “kumarbaz” ın kumar oynayan demek olması gibi. Sarhoş : Farsça kökenli sar, ser – yani baş, kafa kelimesinden başlanmış ve iyi, güzel anlamına gelen hoş ile bitirilmiştir. Yani sarhoş, bildiğimiz, sokak jargon...
Agora Meyhanesi Bilmeyenimiz yoktur bu eseri. Ama çok ilginç ve hazin hikayesini bilmeyenleriniz de çoktur diye tahmin ediyorum. 1890’da bir Rum olan kaptan Asteri , Balat çarşısında bir Meyhane açar. Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar. Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar. Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır. Aradan zamanlar geçer. Tarih 1959’dur. Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. Aşk acısı ona soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır. Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir Ve bir mektup yazmaya başlar aşkına. Mektup şöyle başlar: “Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum…” Onur Şenli Mektubun ileriki bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir ya...
Yorumlar
Yorum Gönder