Kayıtlar

Hikayeler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Büyük Türk Ozanı Nesimi

Resim
  FİKİRLERİNİ YAYMAYI, TÜRKÇE KONUŞARAK, TERCİH ETTİĞİ İÇİN ZAMANIN HALEP MÜFTÜSÜ’nün FETVASIYLA 1417/18’de DERİSİ YÜZÜLEREK ÖLDÜRÜLEN TÜRK ŞAİİRİ NESİMİ. Büyük Türk Ozanı NESİMİ, bir tarikata gider. Azgın softa Nesimi'nin TÜRKÇE konuşmasından rahatsız olur. Nesimi'den ya Arapça ya da Farsça konuşmasını ister. NESİMİ ise azgın softaya şu cevabı verir: "Har içinde biten gonca güle minnet eylemem! Arabi, Farisi bilmem; dile minnet eylemem. Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim Rahim’i, İblisin talim ettiği yola minnet eylemem. Bir acayip derde düştüm, herkes gider kârına, Bugün buldum, bugün yerim; Hak kerimdir yarına. Zerrece tamahım yoktur, şu dünyanın varına Rızkımı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem. Oy Nesimi, can Nesimi; ol Gâni Mihman iken, Yarın şefaatlarım Ahmed-i Muhtar iken, Cümlenin rızkını veren ol Gâni Seddar iken; Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem.” Hâlbuki NESİMİ ana dili TÜRKÇE dışında Arapça ve Farsça da bilmektedir. Fakat, küstah tarikat yobazına karşı

Almanya'ya da ki Casusumuz “Emine Adalet”

Resim
 Almanya'ya Casus Olarak Gönderdiğimiz Dansöz Emine Adalet'in Gizemli Hikayesi Türkiye tarafından Nazi Almanyasına casus olarak gönderilen Emine Adalet, Hitler'in yaverlerinden Freglayr ile olan tanışıklığı sayesinde Nazilerin gizli bölgelerine hatta karargâha kadar girer. Hitler'in Propaganda Bakanı ve sağ kolu Joseph Goebbels, kendisini görmek ister. Emine Adalet, Goebbels'in ihtişamlı malikanesinde çok iyi karşılanır. Artık o, Hitler'in hayranlıkla seyrettiği bir yıldız olarak tanınır. Ancak Emine Adalet, onların sandığı gibi sadece sahne gösterisi yapan bir kadın değil, cumhuriyetin ilk Milli İstihbarat Teşkilatı için bilgi toplamakla görevli ajanlardan biridir. Almanya'ya casus olarak gönderdiğimiz dansöz Emine Adalet, Führer'in yaveri ile ilişki kurup istihbarat elde ederek ve Nazilerin Paris'i işgal edeceğini Türkiye'ye önceden bildirir. Böylece Türk hükûmeti, Paris'teki Türk vatandaşlarını geri çağırıp zarar görmemelerini sağlamıştır.

Eskiden insanlık

Resim
  1500'lü yılların İngiltere’sindeyiz. İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük

SADRAZAM FAZIL AHMET PAŞA

Resim
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN EN BÜYÜK SADRAZAMI Çok küçük yaşlarda oldukça zeki biri olduğunu gösteren Fazıl Ahmet Paşa daha 16 yaşında müderris (profesör) olmayı başarmıştı. Babası Köprülü Mehmet Paşa'nın ölümü üzerine vasiyet ettiği gibi padişah 4. Mehmet tarafından Sadrazamlığa atandığında henüz 26 yaşında idi. (1661)Böylece Türk tarihinde bu göreve getirilen en genç kişi oldu.  Hızla harcamaları kıstı, devlet adamlarına hediye verilmesini yasakladı. Bir süredir Zitvatorok Antlaşmasını ihlal eden Avusturya üzerine yürüdü. Kanuninin kuşatıp alamadığı Uyvar kalesini kuşattı. Şiddetli yağmurlarla bataklığa dönen bölge, şartları çok zorlaştırmış olmasına rağmen kaleyi fethetti. Durum Avrupada şoka yol açtı ve " Uyvarda bir Türk gibi güçlü " deyimi ortaya çıktı. Ardından 1664 yılında Vasvar Antlaşması yapılarak Avusturya yıllar sonra tekrar haraca bağlandı.  25 yıl boyunca alınamayan Girit'i ele geçirmek üzere adaya sefer düzenledi. 2. Yılın sonunda padişahın bütçede ve ask

Çanakkale Anıtı

Resim
Tarihin en kanlı günlerine sahne olan Çanakkale Savaşı sona erer. • İşgalci itilaf güçleri 250.000 kayıp verirken Türk cephesinde de durum aynıdır; 253.000 şehit! • Gözünü hırs ve para bürümüş yöneticilerin hatalı kararlarının vebalini, gencecik insanlar canları ile öderler. Çanakkale’ye saldıran devletler savaştan sonra bir süre köşelerine çekilirler ancak Türk Milleti için bu pek mümkün değildir. • Parçalanma ve yok olma tehdidi karşısında var oluş mücadelesi devam eder. • Henüz şehitlerin kanları toprağa karışamadan yeni bedenler örter üstünü. Çanakkale’de metrekareye 6.000 mermi ve 4 cansız beden düşer. • Dayanılması güç zaiyat karşısında yapılabilecek tek defin yöntemi toplu mezarlardır. • Her millet kendi askerleri için en çok kayıp verilen noktalarda toplu mezarlar oluşturmaya başlar. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İngilizler farklı noktalarda mezarlar ve anıtlar yaptırırlar. • Lozan Antlaşması’ndan sonra da Fransızlar aynı şekilde mezar ve anıtlarını yaptırırlar. • Yeni

Kalabalıktan ve Sesten Korkan Padişah

Resim
Millete şeriat diye dayatılan düzen. Sultan o kadar akıl kıtlığındaydı ki sarayla, hücreyi, demir parmaklıklarla vezirleri birbirinden ayıramayacak durumdaydı. “...Dengesiz padişah yine cariyeleri, annesi ve sütannesi ile sarayın kuytu bir dairesine kapatıldı.Bir kaç gün içinde tahta çıkıp indirildiğini bile anlayacak kadar zekası yoktu." Bütün olaylar sürerken gerek vezirlerin elini öpmesini, gerek kapatıldığı dairenin demir parmaklıkları aynı ilgisizlikle gülümseyerek karşılıyordu...” (Osmanlı Tarihi... cilt 2 sayfa 593) “...Yirmi beş yaşındaki Birinci Mustafa erken bunamış delikanlı bir deliydi.Kaybettiği yalnız akli müvazanesi de değildi. Kafes de iken zaman zaman yanna konulan kızların hepsi ondan bakire olarak çıkmışlardı. Dimağında hatıra ve bilgi adına hiç bir nakış yoktu.Adını bile güç hatırlıyordu.Yakışıklı bir vücut yapısına ve dilber bir yüze sahipti. Buğday benizli koyu kumral saçlı ve sakallıydı. Kalabalıktan ve sesten ürküyordu. Başı mütemadiyen hareket ederek etr

Oyuncakların sultanı

Resim
  Oyuncak, her çocuğun hayali... Yıllar geçiyor, oyun çağı bitiyor ama hafızalarımızda her daim yeni kalmayı başarıyorlar. Sanki onları hiç kaybetmemiş, dün bıraktığımız yerdeymiş gibi hatırlanıyorlar. Kimimizin bebeği, kimimizin kara treni, kimimizin kırmızı bisikleti. Hepsi mutlu birer anı, çocukluğumuzun özetiydi. Bizi bir masalın kahramanı yapan oyuncağımız çocuklarımıza da hikayemizi anlatacaktı. Bize gerçek bir kahramanın, bir sultanın hüzünlü hikayesini anlatan bir bebek bulduk bu hafta. İstanbul Saray Koleksiyonu Müzesi’nde son Halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan’ın 10 yaşına kadar kullandığı oyuncak ve eğitim araç ve gereçleri sergileniyor. Beşiktaş-Kadıköy iskelesinin hemen yanında bulunan Milli Saraylar Küçük Su Kasrı Amiri Ayşe Fazlıoğlu ile Dürrüşehvar Sultan’ın koleksiyonunu konuştuk. Osmanlı Hanedanı’nın son halifesi Abdülmecid’in, oğlu Ömer Faruk Efendi’den sonra 26 Ocak 1914 tarihinde Üsküdar İcadiye’de dünyaya gelen kızının adı Dürrüşehvar’dır. Şahlara Mahsus

Akdeniz ve Karadenize verilen isimlerin hikayesi

Resim
  Üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye denizlerinin, özellikle Akdeniz ve Karadeniz’in bu isimleri alma hikayesini paylaşacağız bu içeriğimizde. Bu isimlendirme ne işe yaramış, Çinlilerle benzer yanı ne, daha eskiden buralara hangi adlar veriliyordu? İşte Akdeniz ve Karadeniz’in isimlerinin hikayesi. Tıpkı her bölgeye, şehre, semte verilen isimlerin gerçek bir öyküyü, yaşantıyı karşılaması gibi denizlerimizin de isimlerinin böyle olmasının bir anlamı var. Eski Türklerde kara, ak, kızıl gibi çeşitli renkler, yönleri karşılamak ve tanımlamak için kullanılırdı. Buna göre kuzey için ‘’kara’’, doğu için ‘’gök – gök mavisi’’, güney için ‘’kızıl’’ ve batı için de ‘’ak’’ renkleri tercih edilirdi. Yönler için kullanılan bu renkler, gerçek bir renk anlamı taşımaktan çok o bölgedeki bir coğrafî özellikle ya da çeşitli inanışlarla ilişkilendirilirdi. Kara; bir yandan da kapalı hava, sonbahar, güneşsiz ve gölgeli gibi çağrışımlar yaparken, ak ise güneyle de birleştirirsek ateşin rengini, güneşi