Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Muhsin Ertuğrul - Atatürk oyuna gelecektir

Resim
Muhsin Ertuğrul oyun başladıktan sonra asla seyirci almaz. Bir gün Ulu Önder Atatürk oyuna gelecektir ve geç kalır... Oyun başlar... Herkes gerilmiştir... Bir tarafta disipliniyle nam yapmış usta tiyatrocu Muhsin Ertuğrul, diğer tarafta da ülkenin kurucusu; Mustafa Kemal Atatürk... Paşa, merdivenleri çıkar, fuayeye gelir ve bir koltuğa oturur...   "İçeri girmeyecek misiniz?" diye sorar yaverleri... “Geç kaldık çocuk, ikinci perde gireriz!” der ve eline aldığı bir dergiyi okumaya koyulur... Perde arası olur, koca ülkenin lideri Atatürk, ikinci perdeyi izlemek üzere salondaki yerine oturur... Işıklar söner, herkes oyunun kaldığı yerden devam edeceğini düşünse de büyük usta oyuna, Gazi’ye olan sevgi ve saygısından tekrar ilk perdeden başlar... İki önemli ismin birbirine olan bu kibarlığı takdir edilecek cinsten. Atatürk ve büyük usta’nın anısına Saygı ve Minnetle...

Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü

Resim
  Faydası olsa bile herhangi bir şekilde sevilmeyen, istenmeyen şeyler için kullanılan "Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü" deyiminin ortaya çıkış öyküsü :  Osmanlı döneminde İstanbul Tahtakale'de açılan ilk kahvehane olan kiva han'in sahipleri Suriyeli şems ile arap hakem'dir. Bu ikili osmanlıda hem kahvenin hem de yeni kahvehanelerin önünü açar. Kahve tüketimi arttıkça çubuk, tütün, afyon, nargile tüketimi de beraberinde artar. Halk sınıf ayrımı gözetmeksizin bu yeni eğlence mekanlarına akın eder ve kısa sürede kahvehaneler bu sayılanlara ek olarak "her tür numaranın" döndüğü ve döndürüldüğü yerler haline gelir. Bu durumdan rahatsız olan yönetim ve yönetime yakın kişiler, şeyhülislam'a fetva çıkarttırarak kahveyi ve kahvehaneleri yasaklattırır. Yasakla beraber kahveler hışımla denize dökülür, kahvehaneler kapatılır ve uzun yıllar halkı soğutmak için bu söylem kullanılır: “ ne şam'ın şekeri ne arabın yüzü”.  Zira o dönemde şeker Şam'dan (ak

Neyzen Tevfik - "Karnım doydu paşam"

Resim
Neyzen Tevfik, ( D:1879 Bodrum   - Ö:1953 İstanbul ) Gerçek adıyla Tevfik Kolaylı, taşlamalarıyla ve hazır cevaplılığıyla bilinen bir Türk neyzen, şair. Erken dönem cumhuriyet tarihimizin en renkli simalarındandır.Yaşadığı döneme denk gelen   tüm tanınmış kişi ve devlet adamları ile bir hikayesi vardır. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir. Osmanlı döneminde istibdata karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı   hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır.   Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. İşte bu adamın efsanelerine şöyle bir göz atalım. iyi kalpli adamın biri birgün neyzenin parasız pulsuz gezdiğini bilerek ona   para vermek ister ama neyzenin dillere destan hazır cevaplılığı onun gözünü korkutmaktadır   ve parayı neyzenin arkasından atarak "neyzen paran düştü" der. neyzenin cevabı ise şu olur. "o düşen benim par

Atatürk - "Elinde portakal tutuyor."

Resim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Elinde portakal tutuyor. “Ne var bunda, sıradan bir hadise işte” diyenler iyi okusun.. Bu portakallar 1930’lu yıllarda İtalya’dan getirildi ve Mersin Antalya ve Ege’nin bazı bölgelerinde aşılandı.. Buraya kadar hala sorun yok Okumaya devam edin. Ardından ne mi gelecek; İskenderun Demir Çelik fabrikası, Nazilli Basma fabrikası, Kayseri Sümerbank tekstil fabrikası, Şişecam fabrikası, Aliağa rafinerisi Ve daha bir çok fabrika RUSLAR tarafından yapıldı! Ve parası portakal ile ödendi... Türk sanayisinin omurgasını oluşturan bu hayati tesisler sayesinde, hem onbinlerce insanımız iş buldu, hem de Türkiye milyarlarca dolarlık ithalattan kurtuldu, dışarıya bağımlılığı azaltıldı.. Atatürk sayesinde... Ve, bunların karşılığında bir lira bile ödemedik. Hepsinin parası, sebzeyle meyveyle narenciyeyle ödendi.. Tıpkı aynı yıllarda çay bitkisinin Rize’ye getirtilip ekildiği gibi.. Tıpkı 1927’de çıkartılan yasa ile; “Fındık fidesinin” ihracatının yasaklanıp.. Ordu ve Gi

Tamam Lan ! Girin Suya Baştan Oynuyoruz

Resim
1940’lı yılların ortasında Adana Demirspor su topu takımı kurar. Takımın başına da Muharrem Gülergin getirilir . Ama problem şu ki Adana’da nizami havuz bir tanedir ve onda da pek sıra gelmez zengin çocuklarından . Muharrem hiç gocunmaz . DSİ kanallarında çalıştırır Adana’nın gençlerini . Kendi de zaten 20 yaşında var yok. Demirspor’lu gençler kanala su verildikçe çalışarak önce Çukurova şampiyonu olurlar . Sonra İstanbul Moda Havuzunda Türkiye finallerine katılırlar. Gençler otobüste yatmakta maç günü havuza girip rakiplerini yenmektedir . Sonunda finale kadar gelirler . Üstelik antrenörlük ve kaptanlık yapan Muharrem’in parmağı da kırılmıştır. Rakibi 7-6 yenerler ama herbiri kendi arabası ile gelen yalı çocukları ilk defa doğru düzgün havuz gören , otobüste yatan Adanalılara yenilmeyi yediremez kendilerine . Başlarlar itiraza “ efendim top beş gram normalden ağır “ , “ Adanalıların kaptanın eli sargılı oynadı “ ... bin tane itiraz . Üstelik anne - babaları da kalantor Hakemler şaşkın