Kayıtlar

Ekim, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ey Özgürlük

Resim
Fransız şair Paul Eluard  Bir kadına aşık olur. Kararlıdır, onun için bir şiir yazacaktır. Paris kafelerinde otururken cebinden çıkardığı kağıtlara hep o şiiri yazar. Uzun bir şiir olacaktır bu. Dörtlüklerden oluşacak ve şiirin son dizesinde o çok sevdiği kadının adı olacaktır. Bu sırada Naziler Paris’i işgal eder. İkinci Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Şiiri yazmaya devam eder ama bakar ki her yerde baskı, zulüm, işkence, tutuklamalar, sokaklarda şiddet gören, öldürülen insanlar..   Çok sevdiği ülkesi ve kenti işgal altındadır. Şiir biter ama son dizeye sevdiği kadının ismini yazmaya gitmez bir türlü eli. Çok ister ama yazamaz..   Onun yerine o sırada aşk’tan daha da tutkuyla istediği şeyi yazar: Özgürlük. Bu şiirin M.C. Anday ve O. V. Kanık tarafından yapılmış çevirisi aşağıda..   Çok uzun yıllar sonra Zülfü Livaneli bu şiirden çok güzel bir şarkı yapar. “Ey Özgürlük” diye. Konserlerinde çok istenen, herkesin coşkuyla dinlediği bir şarkı.   Özgürlük gibisi var mı?   Her şey ondan sonra.

Cemal Reşit Rey - ONUNCU YIL MARŞININ HİKAYESİ

Resim
Onuncu Yıl Marşını bizlere kazandıran, o coşkuyu yıllardır damarlarımızda taşımamıza vesile olan, ünlü bestekâr ve söz yazarı Cemal Reşit Rey'i aramızdan ayrılışının 35. yılı anısına (1904 - 7 Ekim 1985) saygıyla ve rahmetle anıyoruz.   Yıl 1933. Genç Cumhuriyetin güçlü fertleri, cumhuriyetin 10’ncu yılını kutlamanın telaşı içindedirler. Her yönüyle, muhteşem bir kutlama düşünülmektedir. Çünkü: Cumhuriyet, elde edilmesinde, büyük emekler harcanan ve binlerce insanın kan döktüğü bir çabanın, mutlu sonucudur. Bu nedenle: on yıllık bir süreçte, büyük bir savaşın yıkıntılarını gideren, ülkede yeniden refah ve kalkınmayı sağlayan ve özellikle yurt dışındaki birçokları tarafından bu yükü kaldıramayacağına inanılan bu insanlar: muhteşem bir kutlama yapmak istemektedirler ki, dünya onların bu coşkusunu görsün ve Türkiye’nin, Cumhuriyetin daha yüzlerce yıl-binlerce yıl yaşayacağına inansınlar. Tüm bu coşkuyla: 11 Haziran 1933 tarihinde, TBMM den, Cumhuriyetin İlanının 10’ncu yıl Dönemi Kutl

Mandolin

Resim
Cumhuriyet'in ilk yıllarında okullarda müzik enstrümanı olarak neden mandolin tercih edildi ? Mandolin, yaylı sazlara, özellikle kemana geçişte müthiş bir kolaylık sağlamasıyla bilinir.  Keman ile mandolin'in tuş ölçüleri aynı... Bu nedenle mandolin üzerinde çalışan ve eğitilen parmaklar, kemana geçtiği zaman yabancılık çekmez. Bu da mandolinin yaylı sazlara geçişteki kolaylığını açıklar... Bu yüzden de çoksesli müziğe saygısı olan tüm dünya ülkelerinde,  ilköğretim çağındaki çocukların mandolin öğrenmesi teşvik edilir... Türkiye'de daha sonraları mandolinin yerini önce "melodika",  ardından da günümüzde modern kaval diyebileceğimiz "blok flüt" aldı... Her iki müzik aletinin mandolinle aynı kategoride anılması söz konusu olamaz. Türkiye, çoksesli müzik sanatında Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki temposunu bir daha yakalayamamışsa, bunda yürütülen müzik eğitim politikalarının büyük etkisi vardır... Yalnızca bu çerçeveden bakıldığında bile,  Cumhuriyet

Spinoza'nın tanrısına inanıyorum

Resim
 Einstein'ın ABD üniversitelerinde konferans verdiğinde öğrencilerin ona sık sık sordukları soru: -Tanrı'ya inanmıyor musun?... Einstein hep şu cevabı verirdi: “Spinoza'nın tanrısına inanıyorum”. Spinoza'yı okumayan kişi aynı yerde kalır... Şöyle özetleyebiliriz: Baruch de Spinoza, 17. yüzyıl felsefesinin üç büyük "Rasyonalist"inden biri olarak kabul edilir, Fransız Descartes ile birlikte. *Spinoza'nın tanrısı ya da doğasına göre Tanrı şöyle derdi: Dua etmeyi ve boşuna göğsüne yumruk atmayı bırak! Yapmanı istediğim tek şey, dünyaya çıkıp hayatının tadını çıkarmandır. Eğlenmeni, şarkı söylemeni ve senin için yaptığım her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum.. Kendi inşa ettiğin tapınaklara gitmeyi de bırak. Oraların benim evim olduğunu söylüyorsun ! Benim evim dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, plajlarda ve senin kalbindedir.. Sefil hayatın için beni suçlamayı bırak; çünkü ben sana hiçbir zaman yanlış bir şey olduğunu ya da günahkar olduğunu ya da cins

Yörük Kadını - Mor Cepken

Resim
Mor Cepken Yörük kadını yaşlanıp iyice deneyim kazanınca Kezbence olur adı. O oymağın bilge kişisi, akıl danışılanıdır artık. Göçebe yörüklüğünün kadınlarına tanıdığı yüce bir haktır mor cepken. Erkeklerin ise korkulu rüyasıdır. "Mor Cepken", Karacaoğlan türkülerinde geçer. Günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toros yörüklüğünde yaşlı kadınlar tarafından hâlâ bilinir.Yörük kızlarının çeyiz bohçasına önce "Mor Cepken" konur. Kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysidir. Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlerdi. Başlık parası gibi alışkanlıkları yoktu. "Mor Cepken" evlilikte yeri, zamanı geldiğinde, darda kalan yörük kadınının erkeğine karşı kullandığı bir boşanma özgürlüğünün simgesidir. Mor renk ihanete uğramış, aldatılmış, aşkın rengidir. “Mor Çatı” adı oradan gelir. Bizler dünyaya Mor Cepken’i yeterince tanıtabilseydik 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü “Mor Cepken Günü” olarak kutlardık. Evli yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da

GALATASARAY LİSESİ

Resim
 Galatasaray Lisesi Türkiye’de kuruluş tarihi en eski olan okuldur.  Temeli Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Sultan Bayezit tarafından atılmıştı.  Rivayet edilir ki: O zamanlar, Galata’nın arkasındaki sırtlar, yani Beyoğlu, muazzam bir ormanla kaplı bir kırlıktır. Avcıların gezip dolaştığı yerlerdendir. Bir kış günü Sultan Bayezit da oralarda avlanmağa çıkar. Bugünkü Boğazkesen Caddesi’nin geçtiği vadide tipiye tutulur. Sığınacak bir yer ararken gözüne bacasından duman tüten bir kulübe ilişir ve hemen oraya at sürüp kapısını çalar...  Kapıyı beyaz sakallı, yüzü nurlu bir ihtiyar açar, “Buyurun padişahım!” der. Sultan Bayezit içeriye girer. Girer ama şaşırır kalır; kulübenin içi gül saksılarıyla doludur. Fidanların hepsinde taze taze güller açmıştır. Padişah ile münzevi derviş saatlerce sohbet ederler. Sultan Bayezit kalkacağı sırada: “Gül Baba! Benden ne istersin?” deyince münzevi de: “Padişahım, burada bir mektep yaptır. Bu mektepte okuyup yetişenleri de devlet hizmetinde kullan” cevab

İki Yılan Süt İçiyor

Resim
  Antik Yunan da ki Efsaneye Göre; Asklepiona Gelen Bir Hasta Hastanenin Girişinde İki Yılanın Bir Taş Oyuğunun İçinden Süt İçtiğini Ve Sütü Zehirleri ile Birlikte Karıştırıp Tasa Geri Boşalttığını Tesadüfen Görür. Hasta İyileşemeceği Görüşüyle Asklepion'a alınmayınca , acı Çekmektense Ölmek İyidir Demiş, Süt -Zehir Karışımını İçmiştir. Ama Ölmek Yerine İyileşir. Yılan Zehrinin Şifa Verici Yönü Böylece Ortaya Çıkar. Antik Çağın Ünlü Hekimi Bergamalı Galen, Asklepion Sembolünün Çifte Yılan Olmasına Karar Verir. Bugün Bu Büyük Kırmızı Granitten Yapılmış Devasa Çanak Ayasofyamızın Narteksinde (Son Cemaat Yerinde) Sergilenmektedir. Ve Bu Hikayeyi Canlandırmaktadır. Başka Bir versiyonu da Birgün bir adam İbn-i Sina'ya gider ve midesini çok ağrıdığını söyler. İbni Sina " çaresini bulamazsın" der. Adam birkaç gün sonra yine gelir aynı şikayette bulunur. Hekim yine "çaresini bulamazsın der. Adam öfkeyle çıkıp gider. Birgün adam yaylada hayvanlarını otlatırken sıcakta