Kayıtlar

Dünayda Uçak Gemisi batıran ilk ve tek asker

Resim
T am olarak, 11 ocak 1917'de,  Kaş yarımadası sırtlarında konuşlanmış Mustafa Ertuğrul kumandasında türk topçu birliğinin sahra topları tarafından vurularak batırılmış, dünyanın ilk uçak taşıyan savaş gemisidir. Gemi aslında 1908 yılında inşa edilmişti ve ilk amacı İrlanda -  İngiltere arasında yolcu taşımaktı. Zamanına göre çok büyük ve bir buharlı gemi için çok hızlı bir gemiydi.  Hatta kırdığı hız rekoru bir süre kırılamamış olarak kalmıştı. Sonra savaş başladığında güvertesine büyük bir hangar yapıldı ve uçak taşıyacak hale geldi. Tabi o zaman uçaklar gemiden havalanamıyordu. Güvertedeki bir vinç uçakları karaya bırakıyor, oradan havalanıyordu. Gemi birinci dünya savaşı sırasında Çanakkale, Ege kıyıları, Filistin, Süveyş ve Kızıldeniz sularında görev yaptı. Çanakkale'den geri çekilme sırasında kulanıldı. Tarihte bir uçak tarafından bir geminin batırılmasının ilkine de bu gemi imza atmıştır.  Gemiden havalanan bir uçak bir türk yük gemisini vurmuş ve batırmıştır. gemi 1917 b

Sokrates ve hayatı

Resim
 Sokrates’e sormuşlar: Evlenmeli mi, evlenmemeli mi?... “Hangisini yaparsan yap, pişman olacaksın...” karşılığını vermiş. Ama kendisi, özel yaşamıyla ilgili günümüze kadar ulaşan bilgilere göre, bu “hata”lardan birisini iki kez tekrarlayarak iki kez evlenmiş. Sokrates vücut yapısı olarak “yakışıklı” sayılmazdı. Kel kafalı ve “soğan burunlu”ydu. Eşi Xanthippe ise güzel bir kadındı... Kendisini ünlü bir filozof yapan en önemli sebebin eşi olduğu yaygın inanıştır. Sokrates evden çıkıp tüm gününü öğrencileriyle birlikte geçirirken, bu durum eşi Xanthippe’yi deliye döndürmektedir. Dolayısıyla akşam eve dönen filozofu tam bir “cehennem hayatı” beklemektedir. Bu durum, Sokrates’in daha çok ‘”evden kaçması”na, dolayısıyla öğrencileriyle daha çok vakit geçirmesine, eşinin de öfkesinin kabarmasına yol açmaktadır. Sokrates bir gün öğrencileriyle birlikte sokakta yürürken tesadüfen evinin önünden geçmektedir. Tam bu sırada eşi, bir kova bulaşık suyunu balkondan Filozof ve dolayısıyla öğrencilerini

Molla Kasım

Resim
Rivayet edilir ki, Molla Kasım isminde bir softa Yunus'un şiirlerini almış eline,  bir dere kenarında okumaya başlamış. İlk bin şiiri okuyunca "bunlar şeriata uygun değil" deyip binini de dereye atmış. İkinci bin şiiri de okumuş ve yine "bunlar da şeriata uygun değil" deyip bu şiirleri de yakmış. Üçüncü bin şiire başlayınca, "derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme seni sıygaya çeker bir molla kasım gelir." beyitini görmüş ve şoke olmuş. "ben ne yaptım? ben ne ettim ? " modlarına vasıl olmuş. "  derler ki, İlk bin şiiri sulardaki varlıklar okur imiş.  yakılan ikinci bin şiiri ise gök ehli terennüm edermiş.  üçüncü bin şiir de insanlara kalmış.  Yunus Emre'nin Şiirinin tamamı ; Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir Oda gölgedir deyu,

Çanakkale mayınları ve Marmaris

Resim
“Birinci Dünya Savaşı günlerinde Marmarisli bir çoban keçilerini otlatırken denizde boncuk gibi dizili karartılar görür. Çobandan muhtara, muhtardan kaymakama, kaymakamdan da kasabadaki komutana aktarılan bu bilgi İstanbul’a ulaşır sonunda.  Denizdeki mayınları toplamak için görevlendirilen bir deniz subayı ve üç asker Marmaris’e doğru yola koyulur. Marmaris’in girişinin mayınlanmasının nedeni, kasabanın iskelesine yanaşan bir Alman denizaltısının ikmal yapılmış olmasıdır. Savaşta birlik olduğumuz Almanların gemileri ile denizaltılarına yardım edilmemesi için, Akdeniz’deki Fransız donanmasına ait bir gemi önlem olarak bırakır Marmaris sularına… Uzmanlar tarafından Marmarisli balıkçılar ve sünger avcılarının yardımıyla çıkarılan mayınlar kıyıda toplanır. Uçaklar görmesin diye de üzerleri ağaç dallarıyla örtülür.  Mayınları İstanbul’a taşımak için yöredeki devecilerden her kervanda bir tane olan “Lök” denilen en güçlü develerin Marmaris’e getirilmesi istenir. Mayınlar develere yüklenir.

Batan Gemideki İnönü Paraları - 1940

Resim
  30.12.1925 tarihli kanun ve buna dayanarak 16.03.1926 tarihli 3322 sayılı kararname Cumhuriyet rejiminin banknot özelliklerini saptamıştı. Bu kararname ile 1,5 ve 10 liralık banknotların ön yüzünde “Cumhuriyeti musavver bir timsal”, 50,100, 500 ve 1000 liralık banknotların ön yüzünde ise “Reisicumhur Hazretlerinin resmi” nin bulunması karar alınmıştı. İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Atatürk’ün sağlığı döneminde çıkarılan bu kanuna uyularak yeni paralar bastırıldı. Türk Nümismatik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Güçlü Kayral’ın hazırladığı çalışmaya göre; Cumhuriyetin ilk kağıt parası 5 Aralık 1927 tarihinde piyasaya sürüldü. Eski harfli birinci emisyon kağıt paraların, planlandığı gibi çıkarıldıktan 10 sene sonra 1937 yılında değiştirilmesi gerekiyordu. 1937 ve 1938 yıllarında yeni emisyonun 5, 10 50 ve 100 liralıkları tedavüle verildikten sonra Atatürk’ün ölümü ve yerine İsmet İnönü’nün geçmesi üzerine 2. emisyona geçiş işi değişikliğe uğradı. 1939 senesinde tedavüle verilen 500 ve

İzmir İsmet İnönü Anı Evi ve Kitaplığı

Resim
  İstanbul’a gelerek hukuk tahsili yapan İsmet İnönü’nün babası Malatyalı (Hacı) Reşit Bey, Çatalca’ya tayin edilir. Bu sırada, Rumelili Hakkı Bey’in kız kardeşi Cevriye Hanım ile evlenir (1880). İlk çocukları Ahmet’in doğumundan sonra İzmir’e taşınan Reşit Bey, İzmir Adliyesi’nde Sorgu Hakimi Muavini olarak görev yaparken ikinci çocukları Mustafa İsmet (İnönü), dayısınca kiralanmış bu evde dünyaya gelir (1884). O zamanlar Sarı Hafız Mahallesi’nin, “Mekke Yokuşu” denilen sokağında bulunan ev (şimdi Türkyılmaz Mahallesi, İnönü Sokağı, No: 20, Konak adresi ve 1 pafta, 121 ada, 90 parselde kayıtlı) ile İzmir’in, İsmet İnönü için anlamı şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Altı sene, askeri tahsilin yılsonu tatillerini İzmir’de geçirdim. İzmir’e dayımın yanına, sılaya gidiş, benim için bahtiyarlık ve açılıp serpilme fırsatı olmuştur. Değirmen Dağı’ndaki küçük mütevazı ev denize karşı, hala bana dünyanın en güzel köşkü gibi görünür. (İzmir’de) Dinlenirdim, gezerdim. Fransızca gazeteler okur, me

KADIN MI, BAYAN Mİ?

Resim
 KADIN MI, BAYAN Mİ? Bir de "Bayan değil kadın!" diye bir tepki, bir laf çıktı son zamanlarda. Kim çıkardı nereden cıktı bilmem ama bu saygın kelimenin yani BAYAN kelimesinin geçmişini benden öğrenin isterim. Atatürk ilke ve inkılaplarının en önemli özelliklerinden biri ayrıştırılmış toplumu millet haline getirme ve eşit yurttaş yapma amacıydı. Bu ilkelerin uygulamalarından biri olan soyadı kanunu tüm yurttaşlara; zengin fakir, müslüm gayri müslim, zümre mensubu veya bir gariban olsun ayırd  etmeksizin eşit insan haline getirme çabasıydı.  Daha da ötesi bazılarının ben soyluyum, ben seçkinim, ben daha üstünüm iddiasını  bir hamlede boşa çıkaran herkesin soyunu bilmesini sağlayacak bir uygulama başlıyor idi     . Daha da ötesi bu kanunla birlikte efendi, hacı, hoca, efendi  gibi lakaplar da kaldırılıyordu.  (Bugün kendisine efendi dedirtenlerin ülkeye verdiği zararı hep birlikte yaşayarak görüyoruz.)  Tam bu noktada, tek bir hitap getirilmiştir.  Bundan böyle erkeklere BAY, ka