Kayıtlar

Atatürk ve silah arkadaşları

Resim
Atatürk ve silah arkadaşları 23 nisana yaklaştığımız   bu günlerde sizlere kısaca 23 nisan 1920 gününe varıncaya kadar gecen süreçte ki önemli bir iki olayı aktarmak istiyorum. İlki Atatürk ve silah arkadaşlarının fikir ayrılığına düştükleri en önemli konu. Yemektekiler, en yakın silah arkadaşlarıydılar. İlk sözü Rauf Bey almış ve sözü hiç eğmeden, bükmeden, doğrudan hedefine yöneltmişti. Rauf Bey şöyle diyordu: "Kemal, yemek için toplandık ama bizim seninle konuşacak bir başka konumuz var. Şimdi onu konuşacağız. Bak kardeşim, bu Meclis senden korkuyor.   O yüzden, tartıştıkları konular sana kadar gelmiyor ama ben Başbakanım. Şikayetler de bana geliyor." Gazi şaşırmıştı. "Benim neyimden korkuyorlarmış?" deyiverdi. Bunun üzerine Rauf Bey içini döktü: "Senin bir gün, bir fırsatını yakalarsan Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular o kadar abartılıyor ki, içlerinden kimileri bir gün senin padişahı bile bu ülkeden kovacağın kaygısını taşıyor. Bu böyle gitm

Mehmet Nusret

Resim
Cübbe giydirdiler; başına sarık bağladılar. Kasımpaşa Büyük Cami’de öğle namazlarından sonra Kur’an okudu. Dinleyenler ağladı ve tecvid bilmesine şaşırdı. Hafızdı ama yaşı küçüktü… Öyle ki annesi oruç tutmasını istemiyordu. Babası bile,sadece ramazanın ilk ve son günü oruç tutmasına izin verdi. Oysa o, çocukluğunda aksatmadan oruç tuttu… Ve… Ramazan’da kimi günler tekkede zikire katıldı. Üstünde beyaz bir entari, bir hırka, başında tepesi tuğralı bir arakiye vardı. Semahanenin ortasında on tane derviş dönüyordu; içlerinden biri Mehmet Nusret’ti… Dervişler; yanaklarına uçları sivri şiş batırıyordu. Batıranlardan biri, Mehmet Nusret’ti... Çocukluğunu hiç yaşayamadı. Çember çevirmedi; zıpzıp, bilye almadı eline: uçurtma uçuramadı, körebe, elbende, uzuneşek, birdirbir oynayamadı. "Çocuk olmuş tek bir günüm yok" diyecekti yıllar sonra… Hep define arayan babası, II. Abdülhamit hayranıydı. Mustafa Kemal’i sevmiyordu ve "Kör Kemal" diyordu! Çevresi de öyleydi; bağlı olduğu

The Best Restaurants. (Tested by Motorcycle Riders)

Resim
Motosiklet sürücülerinin önerileri ile oluşturulmuş lezzet noktalarının haritasına  bakmadan yola çıkmayın...  The best restaurants in Turkey. All points have been added by motocycle riders.  Also these advises have been tested and approved by the adventurers. :) Hikayelerden haberdar olmak için e-mail adresinizi girin. Delivered by FeedBurner               

O Bisiklet Çalınmasaydı

Resim
  Chicago 'da üretilen Schwinn bisikletleri, her çocuğun hayalini süslerdi. Fakat ücreti yüksek olan bu bisikletleri almak yoksul mahalle insanları için oldukça güçtü. 1942 yılının 17 Ocak günü, tabelacı Marsellus' un bir oğlu doğar. Adını "Cassius" koyarlar. Eşi çalışmayan adam evini zorla geçindirmektedir. Yıllar sonra 12 yaşına giren oğluna bu bisikletlerden birini alır. Bisiklet bu yoksul mahallede hemen çalınmıştır.   Cassius ; polis memuru Joe Martin 'e; öfke ve hıçkırıklara boğularak duygularını anlatmaktadır :   "Eğer o hırsızı yakalarsam kimse elimden alamayacak... Onu sabaha kadar kırbaçlayacağım..." Joe Martin, çocuğun hayatını değiştirecek bir teklif sunar : "Bak evlat, benim bir boks salonum var.   Oraya git ve boks öğren. Hırsızı yakalayınca da kırbaçlamak yerine bir güzel pataklarsın." 1960 yılında, Roma olimpiyatlarında görürüz 18 yaşındaki Cassius 'u. Başta takıma seçildiğine sevinemez.   Uçak korkusu vardır. Sırtına paraşü

Nermin Abadan Unat

Resim
  Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar. Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı. Macaristan'da genç bir bayanla tanışır. Evlenme teklif eder ve evlenirler. İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz. Macaristan'da bir kızı olur. Kızına Nermin adını verir.. Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir. Baba İzmir'de ölür. Aile, geçim sıkıntısına düşer. 14 yaşındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur. Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır. Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir. Annesinin haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur. Ona bir pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler. Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir. Olayı öğrenen annesi de ona destek verir. Üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar. Tren, Türk

Muhsin Ertuğrul - Atatürk oyuna gelecektir

Resim
Muhsin Ertuğrul oyun başladıktan sonra asla seyirci almaz. Bir gün Ulu Önder Atatürk oyuna gelecektir ve geç kalır... Oyun başlar... Herkes gerilmiştir... Bir tarafta disipliniyle nam yapmış usta tiyatrocu Muhsin Ertuğrul, diğer tarafta da ülkenin kurucusu; Mustafa Kemal Atatürk... Paşa, merdivenleri çıkar, fuayeye gelir ve bir koltuğa oturur...   "İçeri girmeyecek misiniz?" diye sorar yaverleri... “Geç kaldık çocuk, ikinci perde gireriz!” der ve eline aldığı bir dergiyi okumaya koyulur... Perde arası olur, koca ülkenin lideri Atatürk, ikinci perdeyi izlemek üzere salondaki yerine oturur... Işıklar söner, herkes oyunun kaldığı yerden devam edeceğini düşünse de büyük usta oyuna, Gazi’ye olan sevgi ve saygısından tekrar ilk perdeden başlar... İki önemli ismin birbirine olan bu kibarlığı takdir edilecek cinsten. Atatürk ve büyük usta’nın anısına Saygı ve Minnetle...

Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü

Resim
  Faydası olsa bile herhangi bir şekilde sevilmeyen, istenmeyen şeyler için kullanılan "Ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü" deyiminin ortaya çıkış öyküsü :  Osmanlı döneminde İstanbul Tahtakale'de açılan ilk kahvehane olan kiva han'in sahipleri Suriyeli şems ile arap hakem'dir. Bu ikili osmanlıda hem kahvenin hem de yeni kahvehanelerin önünü açar. Kahve tüketimi arttıkça çubuk, tütün, afyon, nargile tüketimi de beraberinde artar. Halk sınıf ayrımı gözetmeksizin bu yeni eğlence mekanlarına akın eder ve kısa sürede kahvehaneler bu sayılanlara ek olarak "her tür numaranın" döndüğü ve döndürüldüğü yerler haline gelir. Bu durumdan rahatsız olan yönetim ve yönetime yakın kişiler, şeyhülislam'a fetva çıkarttırarak kahveyi ve kahvehaneleri yasaklattırır. Yasakla beraber kahveler hışımla denize dökülür, kahvehaneler kapatılır ve uzun yıllar halkı soğutmak için bu söylem kullanılır: “ ne şam'ın şekeri ne arabın yüzü”.  Zira o dönemde şeker Şam'dan (ak

Neyzen Tevfik - "Karnım doydu paşam"

Resim
Neyzen Tevfik, ( D:1879 Bodrum   - Ö:1953 İstanbul ) Gerçek adıyla Tevfik Kolaylı, taşlamalarıyla ve hazır cevaplılığıyla bilinen bir Türk neyzen, şair. Erken dönem cumhuriyet tarihimizin en renkli simalarındandır.Yaşadığı döneme denk gelen   tüm tanınmış kişi ve devlet adamları ile bir hikayesi vardır. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir. Osmanlı döneminde istibdata karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı   hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır.   Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. İşte bu adamın efsanelerine şöyle bir göz atalım. iyi kalpli adamın biri birgün neyzenin parasız pulsuz gezdiğini bilerek ona   para vermek ister ama neyzenin dillere destan hazır cevaplılığı onun gözünü korkutmaktadır   ve parayı neyzenin arkasından atarak "neyzen paran düştü" der. neyzenin cevabı ise şu olur. "o düşen benim par

Atatürk - "Elinde portakal tutuyor."

Resim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Elinde portakal tutuyor. “Ne var bunda, sıradan bir hadise işte” diyenler iyi okusun.. Bu portakallar 1930’lu yıllarda İtalya’dan getirildi ve Mersin Antalya ve Ege’nin bazı bölgelerinde aşılandı.. Buraya kadar hala sorun yok Okumaya devam edin. Ardından ne mi gelecek; İskenderun Demir Çelik fabrikası, Nazilli Basma fabrikası, Kayseri Sümerbank tekstil fabrikası, Şişecam fabrikası, Aliağa rafinerisi Ve daha bir çok fabrika RUSLAR tarafından yapıldı! Ve parası portakal ile ödendi... Türk sanayisinin omurgasını oluşturan bu hayati tesisler sayesinde, hem onbinlerce insanımız iş buldu, hem de Türkiye milyarlarca dolarlık ithalattan kurtuldu, dışarıya bağımlılığı azaltıldı.. Atatürk sayesinde... Ve, bunların karşılığında bir lira bile ödemedik. Hepsinin parası, sebzeyle meyveyle narenciyeyle ödendi.. Tıpkı aynı yıllarda çay bitkisinin Rize’ye getirtilip ekildiği gibi.. Tıpkı 1927’de çıkartılan yasa ile; “Fındık fidesinin” ihracatının yasaklanıp.. Ordu ve Gi

Tamam Lan ! Girin Suya Baştan Oynuyoruz

Resim
1940’lı yılların ortasında Adana Demirspor su topu takımı kurar. Takımın başına da Muharrem Gülergin getirilir . Ama problem şu ki Adana’da nizami havuz bir tanedir ve onda da pek sıra gelmez zengin çocuklarından . Muharrem hiç gocunmaz . DSİ kanallarında çalıştırır Adana’nın gençlerini . Kendi de zaten 20 yaşında var yok. Demirspor’lu gençler kanala su verildikçe çalışarak önce Çukurova şampiyonu olurlar . Sonra İstanbul Moda Havuzunda Türkiye finallerine katılırlar. Gençler otobüste yatmakta maç günü havuza girip rakiplerini yenmektedir . Sonunda finale kadar gelirler . Üstelik antrenörlük ve kaptanlık yapan Muharrem’in parmağı da kırılmıştır. Rakibi 7-6 yenerler ama herbiri kendi arabası ile gelen yalı çocukları ilk defa doğru düzgün havuz gören , otobüste yatan Adanalılara yenilmeyi yediremez kendilerine . Başlarlar itiraza “ efendim top beş gram normalden ağır “ , “ Adanalıların kaptanın eli sargılı oynadı “ ... bin tane itiraz . Üstelik anne - babaları da kalantor Hakemler şaşkın