Kayıtlar

Batan Gemideki İnönü Paraları - 1940

Resim
  30.12.1925 tarihli kanun ve buna dayanarak 16.03.1926 tarihli 3322 sayılı kararname Cumhuriyet rejiminin banknot özelliklerini saptamıştı. Bu kararname ile 1,5 ve 10 liralık banknotların ön yüzünde “Cumhuriyeti musavver bir timsal”, 50,100, 500 ve 1000 liralık banknotların ön yüzünde ise “Reisicumhur Hazretlerinin resmi” nin bulunması karar alınmıştı. İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Atatürk’ün sağlığı döneminde çıkarılan bu kanuna uyularak yeni paralar bastırıldı. Türk Nümismatik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Güçlü Kayral’ın hazırladığı çalışmaya göre; Cumhuriyetin ilk kağıt parası 5 Aralık 1927 tarihinde piyasaya sürüldü. Eski harfli birinci emisyon kağıt paraların, planlandığı gibi çıkarıldıktan 10 sene sonra 1937 yılında değiştirilmesi gerekiyordu. 1937 ve 1938 yıllarında yeni emisyonun 5, 10 50 ve 100 liralıkları tedavüle verildikten sonra Atatürk’ün ölümü ve yerine İsmet İnönü’nün geçmesi üzerine 2. emisyona geçiş işi değişikliğe uğradı. 1939 senesinde tedavüle verilen 500 ve

İzmir İsmet İnönü Anı Evi ve Kitaplığı

Resim
  İstanbul’a gelerek hukuk tahsili yapan İsmet İnönü’nün babası Malatyalı (Hacı) Reşit Bey, Çatalca’ya tayin edilir. Bu sırada, Rumelili Hakkı Bey’in kız kardeşi Cevriye Hanım ile evlenir (1880). İlk çocukları Ahmet’in doğumundan sonra İzmir’e taşınan Reşit Bey, İzmir Adliyesi’nde Sorgu Hakimi Muavini olarak görev yaparken ikinci çocukları Mustafa İsmet (İnönü), dayısınca kiralanmış bu evde dünyaya gelir (1884). O zamanlar Sarı Hafız Mahallesi’nin, “Mekke Yokuşu” denilen sokağında bulunan ev (şimdi Türkyılmaz Mahallesi, İnönü Sokağı, No: 20, Konak adresi ve 1 pafta, 121 ada, 90 parselde kayıtlı) ile İzmir’in, İsmet İnönü için anlamı şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Altı sene, askeri tahsilin yılsonu tatillerini İzmir’de geçirdim. İzmir’e dayımın yanına, sılaya gidiş, benim için bahtiyarlık ve açılıp serpilme fırsatı olmuştur. Değirmen Dağı’ndaki küçük mütevazı ev denize karşı, hala bana dünyanın en güzel köşkü gibi görünür. (İzmir’de) Dinlenirdim, gezerdim. Fransızca gazeteler okur, me

KADIN MI, BAYAN Mİ?

Resim
 KADIN MI, BAYAN Mİ? Bir de "Bayan değil kadın!" diye bir tepki, bir laf çıktı son zamanlarda. Kim çıkardı nereden cıktı bilmem ama bu saygın kelimenin yani BAYAN kelimesinin geçmişini benden öğrenin isterim. Atatürk ilke ve inkılaplarının en önemli özelliklerinden biri ayrıştırılmış toplumu millet haline getirme ve eşit yurttaş yapma amacıydı. Bu ilkelerin uygulamalarından biri olan soyadı kanunu tüm yurttaşlara; zengin fakir, müslüm gayri müslim, zümre mensubu veya bir gariban olsun ayırd  etmeksizin eşit insan haline getirme çabasıydı.  Daha da ötesi bazılarının ben soyluyum, ben seçkinim, ben daha üstünüm iddiasını  bir hamlede boşa çıkaran herkesin soyunu bilmesini sağlayacak bir uygulama başlıyor idi     . Daha da ötesi bu kanunla birlikte efendi, hacı, hoca, efendi  gibi lakaplar da kaldırılıyordu.  (Bugün kendisine efendi dedirtenlerin ülkeye verdiği zararı hep birlikte yaşayarak görüyoruz.)  Tam bu noktada, tek bir hitap getirilmiştir.  Bundan böyle erkeklere BAY, ka

Ermeni yetimi Ruhi Su

Resim
 Ruhi Su Yıl 1912 Van’da doğdu.. Adı Mehmet’ti.. Mehmet Ruhi Su.. Küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmişti.. Onları hiç tanımadı.. Neden kaybettiğini hiç bilmedi.. Kimsesiz kalmıştı.. Çünkü ne bir yakını vardı, ne akrabası.. Ne amcası, ne dayısı.. “Hangi taşı kaldırsam anam babam.. Hangi dala uzansam Hısım akrabam.. Ne güzel bir dünya bu İyi ki geldim” derdi. Neden kimsesizdi?. Neden tek bir yakını yoktu?.. Yıllar sonra Yalçın Küçük Ruhi Su’nun Ermeni yetim olabileceğini yazdı.. Bunun üzerine oğlu İlgin Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” demişti.. Kendisi de cevabını bilmediği bu soruyu “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriyim” diye yanıtlardı.. Ruhi Su’yu Adana’da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verdiler.. 1915 Ermeni tehcirinde ailesini kaybetmiş yüzlerce “devşirme” çocuk gibi.. Bunlar amcan ve yengen dediler.. Onları öyle bildi.. Ada

Anıtkabir Değişen Projesi

Resim
Anıtkabir özgün projesi böyleydi; Rahmetli Mustafa Niyazi Dinçsoy'un Turgutlu'nun Dramı adlı kitabında bu  proje ile ilgili aynen şunlar yazıyor: ''1950'de iktidara gelen ve hiç vakit kaybetmeden Atatürk'ün ilke ve devrimlerini sulandırıp geriye götürmeye başlayan Demokrat Parti, yaklaşan 1954 seçimleri öncesinde Anıtkabir'in inşaatını bir kısmını hızla kaldırmak pahasına hızla bitirdi. Bunda, Atatürk'e ve devrimlerine bağlı olanlardan da puan ve oy kazanmak isteği hakimdi. Bu amaçla aşırı (!) yapım giderleri bahane edilerek mimari kütlenin otuz beş metre olarak düşünülmüş ve onaylanmış yüksekliği yapının en görkemli bölümü hoyratça iptal edildi ve şimdiki yaklaşık yirmi metre düzeyine indirildi. Buna karşı, başta CHP ile bütün basın ve değişik çevreler, bu akıl almaz davranışa şiddetle karşı çıktılar. Fakat özellikle dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Menderes bu kararlarında direndiler. Proje aynen uygulanabilseydi, bize koskoca bir yurt ba

Dunning-Kruger Sendromu

Resim
  Televizyon izlerken birilerine bakıp da  "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldu mu hiç?   Ya da işyerinizde bazı görevdeki bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp da "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi? Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, bu iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış: "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." ve bunun üzerine bir araştırma başlatılmış. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmış: · Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. · Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedirler. · Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. · Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliks

Dev pehlivan Filiz Nurullah

Resim
Dev pehlivan Filiz Nurullah Japon rakibine karşı Filiz Nurullah, asıl adı Ali Nurullah Hasan,  Türk güreşçisi 2,18 metre boyu ve 175 kilo ağırlığı nedeniyle  Filiz lakabıyla anılıyordu.  1870-1912. Wikipedi ansiklopedisi, bu ünlü pehlivanın tam adını "Ali Nurullah Hasan" olarak veriyor. 2.18 m.lik boyu ve 145 okka (175 Kg.) ağırlığı ile hakikaten dev bir cüsseye sahip olan bu pehlivan, 1870 yılında, şimdi Bulgaristan topraklarında kalmış bulunan Karaali-Şumnu'da doğmuş. Türkiye'de nam yaptıktan sonra Paris, ABD ve Londra'yı da dolaşıp burada çeşitli karşılaşmalar yapan pehlivan, 1911 yılında güreşi bırakıp İstanbul'a dönmüş ve 1912 yılında, daha henüz 42 yaşındayken hayata veda etmiştir. Allah rahmet eylesin ve amin!.. Bugün burada, bu amansız pehlivana dair anlatacağımız şu küçük anektod, diyebiliriz ki, sadece bir anıdan ibaret olmayıp, bilenler için aynı zamanda hisse çıkarılacak bir kıssa mahiyetindedir de... Öyle ise, şimdi gelelim hikayemize: Filiz Nurul