Kayıtlar

Orhan Veli , Yaşar Kemal ve Sait Faik anısı

Resim
Orhan Veli'nin hayli ilginç yaşamı içinde şimdiye taşınan manzaralar hem güldürüyor, hem de hüzünlendiriyor. Yani sadece şiirlerde geçen bir garip Orhan Veli miydi?  Elbette değildi. Her şeyden önce insani yönleri de ortaya çıkmıştır. Sait Faik ile olan sıkı fıkılığındaki hikaye de onu ortaya serer.  Refik Durubaş 2014 yılındaki köşe yazısında, Cevat Çapan'ın aktarımıyla Yaşar Kemal, Sait Faik ve Orhan Veli'nin anısını şöyle anlatır: Cevat Çapan, Sabahattin Eyuboğlu’nun  Ankara’daki evinde yaşanan bir olayı anlatıyor: Eyüboğlu’nun evinin kapısı her zaman açıktır.  Dostları eve istediği zaman giriyor, yiyor içiyor, sohbet ediyorlar. Bir gün Orhan Veli de eve geliyor, fakat kapı kilitli... Hemen bir kâğıda şunları yazıyor ve pencereye iliştiriyor: “Kapılar, pencereler salvetime bigane Bu değil sanki her gün geldiğimiz devlethane” Orhan Veli’nin bir özelliği de Eyüboğlu’nun  evinde yatacak yer bulamayınca ayakta uyuması... Yaşar Kemal, bir gün Adana’dan gelir ve evde bir yere

Küçük İskender ve Can Yücel

Resim
  1990 civarıydı diye hatırlıyorum;  sersemleten bir kış vardı İstanbul'da. Kar kimseyi dinlemeden yağıp duruyordu sürekli. Ailemle yaşadığım evin telefonu çaldı öğlene doğru. Arayan yine Can Yücel'di. Çabuk çık gel dedi, kapattı telefonu. Belli Güler Abla kızıp gitmişti rutin olarak. Can Baba da içiyor, kendine eşlik edecek birini istiyordu. Beşiktaş'a yuvarlana yuvarlana vardığımda aklıma birden üstümde çok para bulunmadığı, Can Baba'nın ihtimal dışı da olsa 'Git bana rakı al' diyebileceği geldi. Kolumda annemin bana yılbaşında hediye ettiği incecik bir altın zincir vardı. Biliyordum, para biriktirmek zorunda kalmıştı. Bir an duraksasam da, tereddütsüz daldım kuyumcuya ve sattım zinciri. O gün elbette Can Baba'nın böyle bir isteği olmadı – beraberce içtik sohbet ettik. Eve dönerken mahcuptum. Zincirin yokluğunu hemen fark etti annem. Düşürdüm, dedim. Alkol kokuyordum. Tabii, eminim, dedi annem, düşürmüşsündür. Can Baba bu olaydan hiç haberdar olmadı. Annem

Sait Faik Orhan Veli'ye sorar

Resim
  Sait Faik bir gün Orhan Veli'ye sorar: -Sende nasır var mı? - Süleyman Efendi şiirinden sonra ahı tuttu. Bende de nasır çıktı, der. Nasırdan önce midir, sonra mıdır ya da Orhan Veli nasırı için ne yapmıştır bilmiyoruz ama, bir ecza laboratuarının Orhan Veli'ye sunduğu teklifi Adnan Veli şöyle anlatır: "Kitabe-i Seng-i Mezar'ı yazdığı vakit, herkes işi alaya almıştı. Orhan durmadan hücuma uğruyor, ama gazetelerde çıkan karikatürler, aleyhine yazılan yazılar onu güldürmekten başka bir netice vermiyordu. Bu şiir kısa zamanda meşhur oldu. Herkesin diline dolandı. Orhan'dan çok Yazık oldu Süleyman Efendi'ye mısraları tanınıyordu. Bir akşam gülerek yanıma geldi, şu mısraları okudu: Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar; Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi; Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allahın adını, Günahkar da sayılmazdı. Yazık oldu Süleyman Efendi'ye. Ve sonra anlattı: İstanbul'daki ecza laboratuarların

Atatürk'ün Vasiyeti

Resim
Tarih: 11 Haziran 1937 Yer Trabzon. Mustafa Kemal Atatürk, Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak'a şu satırları yazdırır; "Malum olduğu üzere ziraat ve zirai iktisat sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadıyla muhtelif zamanlarda memleketin muhtelif mıntıkalarında birçok çiftlikler tesis etmiş idim" diyerek bunları hazineye hediye ettiğini söyler. Yazdırdıkça "Daha ne vardı" diye çevresine sorar, fakat kimse ağzını açmaz. Trabzon Valisi Yahya Sezai Uzay, Atatürk ün bu bağıştan vazgeçmesini ister ve dayanamaz şunları söyler; "Atatürk'üm ne olur yazdırmayın bu telgrafı. Siz milleti yok olmaktan kurtardınız.  Türk vatanını, Türk tarihini ihya ettiniz, yeniden var ettiniz.  Milletin size hediye ettiği kaç parça şeydir?  Bunlar sizde milletin naçiz yadigari olarak kalsın." Atatürk yazdırmayı bırakarak Vali'ye şu cevabı verir;  " Vali, çok sıkılıyorum. Omuzlarımda Uludağ var sanıyorum. Ben mektepten çıktığım zaman kılıcımdan başka bir şeyim yo

Anıtkabir

Resim
Anıtkabir…  Toplam 750 bin metrekaredir, bunun 120 bin metrekarelik bölümü anıt bloğudur,   geriye kalan 630 bin metrekarelik bölümü ise, onbinlerce ağaçtan oluşan Barış Parkı'dır. Yani aslında Anıtkabir…  Dünyanın en önemli kabrini çepeçevre sarıp sarmalayan devasa bir ormanın ortasındadır. Bu ormanı oluşturan ağaçlar, gelişigüzel serpiştirilmiş değildir… Anıt bloğunun oturduğu tepe, Anıtkabir mimarisinin ağırlık merkezidir. En dış çevreye en yüksek boylu ağaçlar dikilmiştir. Anıt'a yaklaştıkça boyları giderek kısalan ağaçlar dikilmiştir. Böylece… Orman merkeze yaklaştıkça sönümlenmiş, Anıt'ın heybeti daha da ortaya çıkmıştır. Aslanlı Yol mesela…  İki tarafı yüksek ağaçlardan oluşan koridordur. Hem o koridorda yürüyen insanların, görsel açıdan şehirle, dış dünyayla bağlantısını keser, hem de, manevi bir hazırlık yürüyüşü sonrasında Ata'nın huzuruna çıkmalarını sağlar. O ağaçların boyları, hacimleri, renkleri ve türleri, tesadüfen seçilmiş değildir. O ağaçlar… “Yurtta S

Anıtkabir`in Hikayesi

Resim
Anıtkabir Komutanlığı`ndan alınan bilgiye göre, yapımına 9 Ekim 1944`de başlanan ve 1 Eylül 1953`de tamamlanan Anıtkabir`in yerini ilk olarak Aydın Milletvekili Mithat Aydın önerdi. Ata`nın kabrinin yapımıyla ilgili komisyon Etnoğrafya Müzesi, TBMM`nin arkasındaki tepe (Kabatepe), Ankara Kalesi, Altındağ ve Gazi Orman Çiftliği seçeneklerini eleyerek tam Çankaya`da karar kılacağı sırada, Aydın Milletvekili Mithat Aydın daha sonra "Anıttepe" olarak adlandırılacak olan Rasattepe`yi önerdi. Komisyon üyelerinin de burayı gördükten sonra Aydın`a hak vermeleri üzerine Anıtkabir`in Rasattepe`ye yapılması kararlaştırıldı. Türk milletine gömüleceği yer konusunda bir vasiyette bulunmayan Atatürk`ün yıllar önce bir gezi sırasında Rasattepe`yi gezerken ağzından dökülen "Bu tepe ne güzel bir anıt yeri..." sözleri de bugün için çok anlamlı... Anıtkabir yerinin seçilmesinden sonra sıra, bu yapının özelliklerinin tespitine ve proje yarışmasının açılmasına gelmişi. Başbakanlıkta, Baş