Kayıtlar

Bir Kız Kulesi Öyküsü

Resim
  BİR KIZKULESİ ÖYKÜSÜ KARL DETROİT YA DA MÜŞİR MEHMET ALİ PAŞA Size bir hikaye anlatacağım, yaşanmış bir hikaye, hem de sonuçları çok ama çok güzel olan bir hikaye… 1827 yılı.. Almanya’nın Magdeburg şehri… Bu şehirde Ludwig Carl Friedrich Dedloid adında bir erkek çocuğu dünyaya gözlerini açar. Büyüdükçe huzursuzluğun ne olduğunu anlar, çünkü annesi ve babası sürekli kavga etmektedir. Aileyi ve Carl’ı çok seven yakınları, bu kavgalardan etkilenmesin diye Carl’ı bir yetimhaneye verirler. 12 yaşına kadar bu yetimhanede kalır Carl, çok eziyet çeker, dayak yer ve artık kaçmaya karar verir.   Bir gece çarşafları birbirine bağlar ve kaçarak Hamburg’a gelir. Daha 12 yaşındaki Carl, bir gemide miço olarak iş bulur.   Çok sıkıntılı bir 3-4 ay geçirir. Miço olduğu gemi İstanbul Boğazından geçerken   KIZ KULESİNİ görür Carl, denize atlar ve Kız Kulesine kadar yüzer. O sıralar Kız Kulesi Cüzzamlıların kapalı tutulduğu bir minik adadır.   Carl yakalanır ve Emin Ali Paşa’nın yanına götürülür.   Paşa

Atatürk'ün hayatındaki en zorlu gün 26 Ağustos 1922'dir

Resim
Atatürk'ün hayatındaki en zorlu gün 26 Ağustos 1922'dir.   Çünkü bu tarih Türklerin Anadolu'daki son bağımsız günü olabilirdi. Atatürk de bunun bilincindeydi. Devlet 1911'den beri tam 11 yıldır savaştadır. Tükenmek üzeredir.   Artık tek atımlık barutu kalmıştır. Atatürk 1921'de Sakarya Savaşı'nı kazandı fakat ordunun önemli bir kısmı firar etti.   Üstelik mevcut subayların çoğu şehit oldu. Yunan ordusu ise Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir eksenine İngiliz destekli "muazzam" bir savunma hattı kurmuştu. İngilizler bu savunma hattı için "Türkler 6 ayda geçerse 6 günde geçmiş sayabilirler" diyordu.   Savunma hattı o kadar sağlamdı. Atatürk de bunun bilincindeydi. Uzun süre vuruşamazlardı.   Savaş uzarsa cephane, erzak, para vs yetmezdi. Batı Anadolu Yunan toprağı olurdu. Bu nedenle düşmanı tek vuruşla imha etmek ve Anadolu'dan atmak gerekiyordu.   Atatürk bu iş için riskli bir plan oluşturdu. Ya büyük bir bozgun ya da büyük bir zafer

Celile Hanım ve Yahya Kemal

Resim
  Celile Hanım ve Yahya Kemal Celile Hanım, İstanbul sosyetesinin en çok tanınan kadınlarından biriydi   ve neredeyse tüm şehir, onun güzelliğinden bahsetiyordu. Güzelliğiyle İstanbul’a nam salan Celile Hanım, 1900 yılında Osmanlı’nın ünlü valilerinden biri olan Hikmet Bey ile evlendi. Ancak Celile Hanım (36) ile eşi, evlendikten 16 yıl sonra,   beraberlikleriyle ilgili sorunlar yaşamaya başladı.   Evliliklerinin meyvesi Nazım ise, o yıllarda genç bir çocuktu ve Bahriye’de okuyordu. Genç Bahriyeli Nazım, Heybeli’de okuyor; haftasonları ailesinin yanına geliyordu.   Ve Yahya Kemal’den (32) de şiir dersleri alıyordu. Yahya Kemal‘in şiir hocalığı yaptığı grupta, geleceğin ünlü şairi Nazım Hikmet dışında, bir de Necip Fazıl bulunuyordu.   Ve bir şekilde Nazım’ın annesi ile Yahya Kemal arasında başlayacak aşka, onun da ismi karışacaktı… Celile Hanım’ın mutsuz evliliği, oğlu Nazım’ın şiir hocası olarak evlerine gelip giden   Yahya Kemal ile tanışınca; daha büyük bir sarsıntıya uğradı. Yahya

Cevriye bir hayat kadınıdır

Resim
Cevriye bir hayat kadınıdır. Her gün bir veya  birkaç adamla birlikte olur, hayatını kazanmaktadır. Yine böyle bir gün birlikte olduğu adam  tarafından çok kötü dövülerek gecenin bir yarısında sokağa atılır. Baygın bir vaziyette kaldırımda yatarken bir adam bunu fark eder ve yardımcı olmak için kaldırmaya çalışır. Cevriye baygındır, her yeri yara bere içindedir, adam Cevriyeyi kucağına alır evine götürür. Adamın evi tek oda, bir mutfak ve banyolu ufak bir bekar evidir. Odanın bir köşesinde tek kişilik bir yatak, pencere kenarında küçük bir çalışma masası ve sandalye, masanın üzerinde kitaplar, kalemler bir de daktilo ve kağıtlar bulunmaktadır. Adam kendi yatağına Cevriye’yi yatırır kendisi de masada uyuklar. Sabah olur adam kalkar bir çorba yapar eczaneden ilaçla merhem alır Cevriye’yi kaldırır. Cevriye uyanıp kendine gelir tanımadığı bir adam ve bilmediği bir evde bulmuştur kendini. Adam , lütfen rahat olun, korkmayın der. Ben sizi dün gece kaldırımda yatarken buldum, durumunuz iyi de

Ünlü Şair ve Şarkıcı

Resim
Aydın'da tren istasyonunda çalışan baba kaza sonucu vefat eder. Sonra evleri bir yangında kül olur.  Anne, çocuğunu alıp iş bulma ümidiyle İzmir’e taşınır.  Ama nafile...  Anne, parasızlıktan oğlunu yetimhaneye bırakmak zorunda kalır. Çocuk büyür okuldan arta kalan vakitlerinde  kah hırdavatçıda kah elektrikçide çıraklık yapar,  Fransızca öğrenmeye çalışır. Gitar dersleri alır. Askerliğini Akhisar Orduevi'nde müzisyen olarak yapar.  Tezkereden sonra İzmir Kordon’daki Marmara Gazinosu’na girer.  Şarkı söyleyip, gitar çalarak para kazanır. İzmir’den sonra İstanbul’da çeşitli gazinolarda boy gösterir.  Ankara’dan davet alır. Maltepe’deki Bomonti Gazinosu’nda çalıp söyler. Henüz tanınan bir şarkı değildir, az kazanır.  Kalacak yer bakar "En ucuz yer neresi?" diye sorar,  "Hergele Meydanı’na git" derler.  Gider, kötü bir pansiyonda, tek göz oda bulur.  Fakat bir oda arkadaşıyla kalmak zorundadır.  Bu, kirayı bölüşecekleri için iyidir,  fakat kim olduğunu bilmediğ

Deniz Gezmiş’ın son arzusu "Rodrigo’nun Gitar Konçertosunun" Bilinmeyen Öyküsü

Resim
Deniz Gezmiş’ın son arzusu Rodrigo’nun Gitar Konçertosunun Bilinmeyen Öyküsü ve ona bir Türk’ün elinin değmesi olabilir mi? Kaç kişi, Mozart’ın o olağanüstü senfonilerinden birini baştan sona sabırla dinleyebilmiştir? Ya da Vivaldi’nin o harika “Dört Mevsim”inı kaç kişi bilir ya da Ravel’in Bolero’sunu kaç kişi ıslıkla çalar? Ya Bethoven'ın "Ay Işığı Sonatı"nı... Özel ilgisi olanlar dışında ağır müzikler gelir bunlar bize, kimse oturup Türk Marşı’yla kadeh tokuşturmaz, kimse efkarını Bethoven’la aşmaya çalışmaz… Çünkü sevsek de bizden değildirler sanki… Ağırdırlar, hüznümüzü, sevincimizi ya da her neyse ruh halimiz onu, sıkıntılı bir   hale döndürebilirler. ​ Oysa o gitarların muhteşem gösterisini, içinde gül ve kastanyetin büyülü raksını barındıran bir müziği, GİTAR KONÇERTOSU’nu ne kadar çabuk benimsemiş, bizden saymış, yaşamımızın her anıyla özdeşleştirmişizdir.   Nedir sırrı acaba? ​ Ona bir Türk’ün elinin değmesi olabilir mi? Türkülerimiz, şarkılarımız da öksüzdü. At