Mihri Müşfik Hanım: Sıra dışı bir kadın
Mihri Müşfik Hanım;
Cesur, tutku dolu, sanatıyla örnek ve sıra dışı bir kadın, yaşam… Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressam.
Henüz on yedi yaşında olan Mihri Müşfik bu ilişkiyi sürdüremez, ayrılırlar ve Paris’e geçer. Burada kiraladığı yeri hem ev hem atölye olarak kullanmaya başlar. Portre ve figür ağırlıklı resim yapan Mihri Müşfik, yaptığı portreleri satarak geçimini sağlar, yetmeyince de evin bir odasını kiraya verir. Kiracılarında biri olan ve Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrenimi gören Bursalı Selami Paşa’nın oğlu Müşfik Bey ile flört etmeye başlar, kısa bir süre sonra da evlenirler. Böylece sanat dünyasında bilinen adı “Mihri Müşfik Hanım” olur.
İtalya ve Fransa’da yaşadığı dönemlerde sanat okullarında ve özel atölyelerde öğrenim görür. Batıda çağdaş resim akımlarını yakından takip eder. Bugün yaptığı resimleri incelediğimizde klasik resme hakim olduğu kadar, çağdaş akımlar doğrultusunda da resimler yapmıştır. Özellik portrelerde, yaşadığı dönemin akımları olan kübizmin ve ekspresyonizmin etkileri görülür. İyi bir portre ressamı olan Mihri Müşfik, portre ve otoportrelerini ağırlıklı olarak dışavurumcu bir anlayışla yapmıştır. Fırça darbeleri ve ışığı, ifadeci bir anlayışla uygulamıştır. Bu anlayışı onun portrelerini özgünleşmiştir.
Dönemin Maliye Nazır’ı Cavit Bey, Paris’te görevi gereği bir davette Mihri Müşfik ile tanışır. Onun resim konusunda donanımından etkilenir. 1913 yılında İnas (kız) Sanayi-i Nefise’nin kurulmasında yararlanılmasını önerir. Bunun üzerine İstanbul’a çağırılır. Bu okulda öğretmenlik yapar. Sanayi-i Nefise’de öğrenim gören pek çok kadın ressamımızın yetişmesine katkıda bulunur.
Bunlardan bazıları Nazlı Ecevit, Aliye Berger, Fahrinüsa Zeyd gibi ünlü ressamlarımızdır. Mihri Müşfik kızları açık havada resim yapmaya modelden çalışmaya ve kadın ressamları ilk kez toplu bir sergi açmaya teşvik eder.
Kalıpları kırmayı seven bir kadın olan Mihri Müşfik, ilkleri hayatına geçiren insanların yaşamak zorunda kaldığı ne varsa yaşamıştır. Son derece cesur ve tutku dolu bir kadındır. Resme olan tutkusu aristokrat bir yaşamı bırakıp, bohem ve çoğu zaman da yoksul bir yaşam sürmesine sebep olmuştur.
Batılı kadınlar gibi erkeklerle aynı ortamlarda, içkili toplantılara katılıyordu. Osmanlı’nın son dönemindeki entelektüel ortamlarda bulunur sanat söyleşilerinde yer alırdı. Mihri Müşfik arkadaşlık ve dostluk kurmada başarılıydı. İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Fikret Adil, Namık İsmail ve daha pek çokları yakın dosttu.
İstanbul’da bulunduğu dönemde Tevfik Fikret ile dost oldu. Batılılaşma döneminde yoğun bir biçimde görülen Fransız etkilerinin edebiyat kısmını Edebiyat-ı Cedide Şairleri oluştururken Mihri Müşfik Hanım da onların yazdıklarını resimleyerek bir “Edebiyat-ı Cedide Resmi” yarattı. Edebiyat-ı Cedideciler’in portrelerini yaptığı da bilinen sanatçı, 1915 yılında, Tevfik Fikret’in ölümü üzerine, yüzünün kalıbını alarak heykelini yaptı. Bu Türkiye’de yapılan ilk mask çalışmasıdır.
1919 yılında İtalya’ya gider.
Bu ani gidişinin nedeninin İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarıyla olan yakın ilişkilerinin olduğu sanılmaktadır. Bir yıl sonra İtalya’dan geri döndüğünde, iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de ders verir. Bu arada Müşfik Bey ile olan evliliğini de bitirir. 1923 yılında tekrar İtalya’ya döner. Mihri Müşfik, Roma ve Paris’te pek çok ressam ve edebiyatçı ile dost olmuştur. Bunlardan biri de İtalyan şair Gabriel d’Annunzio’dur. Onun aracılığı ile Papa’nın portresini yapar ve bir klisenin fresklerinin onarımında çalışır. Vatikan’da ilk kez bir Papa, başka dinden bir kadın ressama poz vermiştir. Bu tablo Vatikan Müzesi’ndedir.
Bir ara Türkiye’ye döndüğünde Atatürk’ün ayakta bir portresini yapar ve Çankaya Köşkü’nde, bizzat Atatürk’ün kendisine verir. Uzun yıllar kayıp olan bu tablo doksanlı yıllarda ortaya çıkar.
Mihri Hanım, kız kardeşi Enise Salih Hanım’ın eşinden ayrılarak İsviçre’de Bale Sanatoryumu’nda ölmesi, arkasından da ilk resim dersini verdiği yeğeni Hale Asaf’ın 1938 yılında Paris’te kanserden ölmesinden sonra, Paris’te fazla oturamadı. Ülkesinde de kendine yöneltilen baskıcı tutumundan dolayı Amerika’da yaşamaya karar verir. Bir süre New York, Washington, Chicago’da üniversitelerde konuk resim profesörlüğü yapar ve zengin Amerikan ailelerine özel dersler vererek geçimini sağlar. Fakat yaşlılığı yoksulluk ve zorluklar içinde geçer. 1954 yılında Amerika’da ölür ve Kimsesizler Mezarlığı’na gömülür.
Bu fırtınalı hayatın sonucunda günümüze sınırlı sayıda tablosu kalmıştır. Bu sayı 150 adet ile kayda alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder